29 Aralık 2006

Direniş

Mahkeme kürsüsünde de yenildi Amerika.


Share/Bookmark


Share/Bookmark

28 Aralık 2006

gövde başlangıcı



Share/Bookmark

26 Aralık 2006

Ayrıntı

Büyük hâli için resme tıklayınız.


Share/Bookmark

23 Aralık 2006

...


Share/Bookmark

22 Aralık 2006

Ağız...



Share/Bookmark

20 Aralık 2006

Yelken Kulak


Yelkenleri de ekledik.


Share/Bookmark

Fildişi


Accık daha ilerlettim.


Share/Bookmark

18 Aralık 2006

Fil


Yeni bir modelleme projesi: fil. Referans resimler bulmaya çalıştım. Pek istediğim gibi açılar bulamadım. Resimleri iyice inceleyip anatomiyi kafama kazımaktan başka yol yok.


Share/Bookmark

14 Aralık 2006

TIME neler diyor?


Amerikan Time Dergisi, 2006 için "Yılın Adamı" anketi düzenlemiş. Birinci Chavez, ikinci Ahmedinecad. Artık rüzgârın yönü iyiden iyiye belli olmuş görünüyor.


Share/Bookmark

9 Kasım 2006

Bekleme

Yeni bilgisayar aldım, en iyisinden olsun, ondan da koy, bundan da ekle dedim, özendim. Alır almaz ekran kartı bozuldu. Gönderdim geri. Yirmi gün oldu, hâlâ gelecek. Çalışmalarıma devam edememek boşlukta gibi hissettiriyor kendimi. Bu arada bilgisayar bağımlılığı mevzusunda hangi noktaya geldiğimi de açıklıkla farkediyorum.Gün periyodu çok kötü kaydı. Düzeltmek gerekiyor. Böyleyken böyle.


Share/Bookmark

5 Ekim 2006

Kim Karar Veriyor


Zavallı dinozorlardık. Paylaşım diyorduk, fırsat eşitliği diyorduk. Zamanın çoook gerisinde kalmış "iyi niyetli" ütopyaları seslendiriyorduk.
Paylaşım rekabeti yok ederdi. O yüzden gelişmenin önünde engeldi. Emek vererek elde ettiğin bir şeyi neden başkasıyla paylaşacaktın ki. Her şeyin merkezinde birey vardı. Bireyin ilerlemesi ve diğer bireylerin önüne (her nasıl olursa olsun) geçmesi toplumsal ilerlemenin de kaynağıydı. Hem zaten reel sosyalizmin çözülüşü paylaşımın ve fırsat eşitliğinin insan doğasına aykırı olduğunu kanıtlamamış mıydı?
Uzatmaya hacet yok.
Zamanın gerisinde kalmayan "çağdaş" dostlarımız hep bunları söyledi yıllarca; dost acı söyler misali. Neredeyse inanacaktık.

Şimdilerde moda bir akım var. Bu akıma bir isim takmışlardır ama, henüz öğrenemedim. Bir kitap alıyorsun, okuyorsun. Dışarıda bir yerde, bitirdiğin mekânda bırakıp gidiyorsun, bir yerine not ve tarih düşerek. Kitabı bulan da okuyup aynı şeyi tekrarlıyor. Böyle böyle onlarca kişi tarafından okunup dünyayı dolaşan kitaplar varmış. Ne güzel, değil mi?

Bu akımda garip bir yan yok. Gariplik başka yerde. Geçmişte paylaşımın ve fırsat eşitliğinin olanaksızlığı üzerine bilge söylevler veren kişiler ya da kesimler şu an bu moda akımın uygulayıcısı ve propagandacısı konumunda.

Ne değişti de paylaşmaya karar verdiler? Ne değişti de, birilerinin para ödemek zorunda olmadan kitap okuyabilmesini savunur hale geldiler? Ne değişti de, rekabetçi insan doğasına aykırı bir yaşam tarzının unsurlarını kendi yaşamlarına soktular?

Kendi çıkarlarını her şeyin üstünde tutan bireylerden oluşan toplumun çıkarlarının da otomatik olarak yükseleceği düşüncesinin akıl dışı olduğunu fark mı ettiler? Fırsat eşitliği olmadan yaratılan rekabetinvahşi bir boğazlaşmaya dönüşeceği gerçeğine mi erdiler? Paylaşımın insan doğasının gerçeği olduğunu mu keşfettiler?

Evet demek isterdim. Ama ne yazık ki durumun açıklaması çok net ve kısa: Dün o modaydı, bugün de bu moda... Paylaşımı ve eşitliği taktıkları yok.
Bugün sıradışı bir trend olarak canla başla yaşama geçirmeye çalıştıkları şeyi biz yıllardır yapıyoruz. Kitaplarımız tekil anlamda bize ait değil. Birimiz bitirir, bir diğerimiz başlar. Alan kişilerin düştüğü notlar ve tarihler ilginç bir kronoloji oluşturur. Çoğu zaman "kaybolur". Başka bir yerde yaşamına devam eder. Kitap alamayacak durumda olduğu için okuyamayan arkadaşlarımız yoktur bizim.

"Amerika'yı yeniden keşfetmek" deyimini kullanacağım ama, ortada bir keşif de yok. İrade dışı bir taklidin ötesinden söz etmek çok güç. Umutlanmak istiyorum ama, yarınki trendin ne olacağını, taklitlerin nereye yöneleceğini kim bilebilir?

(Yukarıdaki penguen Devrim'in kitap ayıraçlarında olacak. Dün çizdim. Linux'un pengueninin kardeşidir. Ne de olsa özgür. Benzemesinde etik sorun yok.)


Share/Bookmark

21 Eylül 2006

Satılık İnek







Nihayet ineğimiz sarıkız Turbosquid'de. Dokulandırma süreci, ZBrush'ın ikide bir çökmesi ve makinanın "artık kaldıramıyorum" çığlıkları altında ertelemeyle sonuçlandı. Bu yüzden modeli kaplamasız olarak satışa sundum.
Modeli modifiye ederek ailenin diğer bireylerini de yapacağım. Muhtemelen hepsini bir paket haline getirip ayrıca satışa sunarım.
Önümüzdeki günlerde deve, geyik, zürafa, fil seçeneklerinden bazılarına başlayacağım. Turbosquid'deki en geniş hayvanat bahçesini yapmaya çalışıyorum. Yeni makinayla birlikte modelleme süreci hızlanacak ve kaplama konusunda bir atılım olacak. (umarım)


Share/Bookmark

9 Eylül 2006

UV Kontrol

Daha önce yaptığım modellerde UV haritası çıkardıktan sonra hiç UV kontrol kaplaması kullanmamıştım. Bundan dolayı yüzeyin değişik yerlerindeki piksel yoğunlukları hatalara neden olabilecek kadar farklı olabiliyordu. İlk defa kullanmaya karar verdim ve sonra ne kadar doğru bir karar verdiğimi anladım. Burun kısmındaki piksel yoğunluğu o kadar düşük ki, ayrıntının yüksek olduğu bu bölge üzerinde ne kadar boyama yaparsam yapayım istediğim sonucu alamayacaktım. Şimdi hemen UV haritasında burun kısmını kafadan ayırıp orantılı açılmasını sağlayacağım.


Share/Bookmark

Son Rötuşlar




Kalan birkaç ayrıntıyı da yaptım. Şimdi sıra, Mudbox ile ince ayrıntıları yapmaya geldi. Oluşturacağım "displacement map" tabir edilen gerçek kabartma haritası ile Modo'da birkaç render alıp buraya koyarım. Sonra da sıra boyamada.


Share/Bookmark

8 Eylül 2006

Gövde bitti sayılır

Arka ayakları yapmak tahmin ettiğim kadar zor olmadı. Birkaç ayrıntı dışında bitti sayılır. Kafanın gövdeye oranı ve bazı ayrıntılarıyla biraz daha uğraşmam gerekiyor.


Share/Bookmark

31 Ağustos 2006

Gövdeye Başladım

İneğimizin gövdesine başladım. Önce yine kutudan başlayarak ilerlettiğim gövde, topoloji olarak hoşuma gitmedi ve bu durumlar için sıkça kullandığım yöntemi denedim: strateji değişikliği. Kas yapısını bolca şevleme (bevel) ile oluşturmak yerine, düzgün çokgen akışını, ek döngüler oluşturarak ayrıntılandırmaya çalışmak daha iyi sonuç verdi. Uzun zamandır modelleme yapmadığım için çok hızlı gidemiyorum. Arka ayaklara yarın başlayacağım galiba.


Share/Bookmark

27 Ağustos 2006




Açıkçası, boynuzlar eklenene kadar pek ineğe benzemiyordu :)


Share/Bookmark

26 Ağustos 2006

Devam...

Kübün ineğe evrimi devam ediyor. Aşamalar yandaki gibi...


Share/Bookmark

Yeni Model


Yeni Modelim bir inek. Genel hatlarıyla modelleyip bir dana ve bir boğa varyantı eklemeyi de düşünüyorum. Luxology Modo 202 'de başladım. ZBrush ya da Mudbox 'ta displacement haritası hazırlamayı ve Zbrush'ta boyamayı düşünüyorum. Daha sonra Maya ve 3DS Max formatlarına da çevireceğim. Modellemenin ilk aşamasını görüyorsunuz. Kafayı modellemeye küpten başladım.


Share/Bookmark

16 Ağustos 2006

Mudbox

Mudbox diye bir program çıkmış. Sağolsun Sinefx, haberdar etti. Bir program çıkacak, ZBrush gibi dijital yontu programı olacak ve ben denemeyeceğim, mümkün mü? Sabrımın sınırlarını zorlayan bir arama sürecinden sonra nihayet buldum ve indirdim. Boyama yok, Zbrush'daki onlarca özellik de yok ama, organik modelleme konusunda oldukça başarılı ve sade bir program. Bir iki saatte çoğu özelliğini kavradım. Daha önce Modo'da yaptığım model üzerinde denemeler yaptım. Sonuç ümit verici.


Share/Bookmark

7 Ağustos 2006

Büyük Yürüyüş


Milyonlarca adım... Memlekette gidilmedik yer bırakmamacasına.


Share/Bookmark

31 Temmuz 2006

Karadeniz Gezisi


100_0346
Originally uploaded by sonceng.
Geziden geleli kaç gün oldu; resmin altındaki tarihten de belli az çok. Nihayet bir resim ve bir yazı... Flickr'a da yüklüyorum tüm resimleri.


Share/Bookmark

20 Haziran 2006

Bugün

Bugün neler oldu neler...
Bugün Blog'a yazacak bir şeyler vardır elbette. Ama ben bunları bulup buraya aktaramıyorum. Bir şeyler oldu bitti işte...


Share/Bookmark

16 Haziran 2006

Nereye askercik? Afganistan'a mı, İran'a mı?
(Wacom'la Flash'ta yaptığım bir alıştırma)


Share/Bookmark

9 Haziran 2006

62+62

Salı günü annem geldi. Kargosu ilginç: On kilo kadar değişik ebatlarda ambalajlı kaliteli kaşar peyniri, iki adet yavru tavşan, bir yığın giysi. Diğerlerini es geçerek benim en hoşuma giden kısmına odaklanıyorum. Tavşanlar onbeş günlük. Biri tamamen beyaz, diğeri siyah-beyaz. Yusyuvarlak tüylü bir topa tavşan kafası monte edilmiş gibiler. Ne kadar sevimli olduklarını anlatmaya çalışmayacağım. Çünkü beş dakikadır anlatacak sözcük bulamıyorum. Marul, salatalık, havuç, karpuz kabuğu ve ot yiyorlar. Zamanlarının neredeyse tamamı yemekle, geri kalanı da uyumakla geçiyor. Hiç su içmiyorlar. Ama altlarındaki gazeteyi birkaç saatte sırılsıklam edebilecek kadar idrar yapabiliyorlar. Uyurken birbirlerine sokuluyorlar. Bazen uyumadan önce birbirlerinin tüylerini yalayarak temizliyorlar. Tüylerinde hiç bir koku yok. Arka ayakları üzerinde dikilip durdukları zamanki halleri görülmeye değer. Onlar evde serbestçe dolaşırken üstlerine basmaktan korktuğum için ani bir hareket yapmıyorum. Ne zaman ayaklarımın arkasında bekleyecekleri belli olmuyor.

Yarın gidiyorlar. Umarım annem İzmir'de bakabilir keratalara.


Share/Bookmark

2 Haziran 2006

Temizlik

Bugün biraz temizlik yaptım. Benim için en optimum temizlik düzeyi nedir acaba? Nevrotik temizlik hastalığı ile pislik içinde yüzmenin arasında bir yer şüphesiz. Ama neresinde? Kayaç yapısı itibariyle havanın bileşenlerinden birinin de toz olduğu bu şehr-i şahane'de "toz"sal anlamda bir mutlak temizlik, ibreyi nevrotik uç'a döndürüyor. Bu uçtan kaçmak istediğimizde kısa bir süre içinde kendimizi bir Indiana Jones film setinde bulabiliriz. Eline aldığın her eşyaya üfleyip minik bir toz fırtınası yaratıyorsun. İdeal noktayı bulmak önemli.

Geçenlerde Eskişehir'de gördüğüm şu havuz-heykel beni büyülemişti. Büyülenince profilden görünüşüm olağanüstüdür :) İşte böyle...


Share/Bookmark

28 Mayıs 2006

Yanılsama

Birkaç gündür aklım bu kavramda; yanılsama... Aklımız gerçekleri nasıl da evirip çeviriyor, nasıl da akı kara, karayı ak gösteriyor. Güdüler, toplumsal etkiler, uzun ve kısa vadeli "çıkar"lar irademize şike yaptırıyor. Birilerini birdenbire nasıl da şiddetle sevip nasıl aniden nefret ediyoruz. Yaşama bakışımız nasıl da kedinin ulaşamadığı ciğer mevzuunda yansımasını buluyor. Tek kötü yanının "fazla iyi olmak" olduğunu söyleyen, zaaf ve eksiklerini şov malzemesi yapanlarımız var. (çok sakarım ben, yaşasınnn! gibi)Bu insanat bahçesinde tutarlı ve düzgün ilişkiler yürütmek ne zor. Aslında rutin iletişim ritüellerinin dışında bir ilişki görebildiğimi de söyleyemem...

Kimyamda bir gariplik olmalı, yine pesimist laflar ettim galiba... Bir şeylerin dengesini bulması için gerekliyse varsın olsun.


Share/Bookmark

27 Mayıs 2006

Sıcak!

Ey koca mavi bilye... Kuzey yarıküreyi yine güneşe odakladın. Her yıl ilkmiş gibi sıcağa şaşıp kalıyorum. Yine havada kaynayan zift sıcaklığı. Etin-kemiğin zavallı karışımı olan vücudum kendi sıcaklığını korumak için kendini paralıyor. Bitkin düşürüyor beni. Genlerim atalarımın püfür püfür, yüksek rakımlı mekânlarını arıyor sanki. Bana daha kuzeyi işaret ediyor. Az kaldı, çok geçmeden oralarda olacağım.

"Sevgili Günlük" alınmasın, saklıyor falan değilim. Geçen haftaki gelişmeleri yazacağım elbet... Odakların odağı Beyoğlu'daydım geçen hafta. Taksim-Tünel arasında girilmedik ara sokak bırakmadım. Türkiye'nin zamansal ve mekânsal özeti gibi geliyor oralar bana. Nicedir görmediklerimi gördüm, manevi yanımı yumuşatıcıya yatırdım. Ütopyalarımın seviml taşıtı tren beni Ankara'ya götürdü sonra. Ardından kısa bir yolculukla Eskişehir. Sevgili Öykü kılavuz oldu, bir sanatçının elinde bir şehir nasıl şekillenir, gördüm. Demek ki böyle şeyler de yapacağız.

Modo 201 çıktı nihayet!!! Altı aydır yeni modellemelerimi, renk ve kabartı kaplamalarımı şimdiye erteliyordum. 3Dniz'e haber yaptım hemen. Ardından da edinmenin yollarını aramaya başladım. Luxology'de "try 201" butonunu tıklayınca "coming soon" diye çok beklersin mealli bir ibare karşılıyor insanı. Çareler tükenmez. Tam da tahmin ettiğim gibi Rus kardeşlerim ellerini çabuk tutmuş, Modo 201'in indirme linkini ilan etmişler. Hem de Luxology'nin resmi sitesinde bir klasörden! Lisans dosyası imal edip eklemeyi de unutmamış becerikli Slav kardeşlerim. İndirdim ve kurdum. Önümüzdeki onbeş gün Modo 201 başında sabahlayacağım artık. Afrodit modeline devam edebilirim artık.


Share/Bookmark

16 Mayıs 2006

İklim mi değişiyor?

Bu sabah saat 07.30...kapı çaldı, Gövdemi kapıya zor götürdüm. Devrim kalkmış, "Hadi marakeş, ben akmek almaya gidiyorum, sen de onbeş dakika sonrasına hazır ol." diyor. Yüzümü yıkadım, kapri diye adlandırılan eksik pantolon, fazla şort olan giysimi giydim, boğazsız çoraplarımı ve tişörtümü de tabii. Omuz çantamın kayışını kısalttım, içine bir tornavida ve iki alyan anahtar koydum. Yüzümü kremledim. Akşamdan hazırladığım, içinde peynir ve domates olan saklama kaplarını sırt çantama yerleştirdim. Bir litre kayısı suyunu da... Devrim ekmek arası patates kavurma hazırlamış. Onları da çantaya yuvarladık. Bisikletlerdeki son ayarlamaları da yaptıktan sonra yola çıktık. Her şey tamam, bir şey eksik: nereye gideceğiz?

Bastık pedallara. En kısa yoldan Muğla yoluna çıktık ve Muğla yönünde ilerlemeye başladık. Başından itibaren iyi nefes kontrolü yaptığım için yorulmadan rampaların hakkından geldim. Bir yirmi km kadar sonra kahvaltılıklarımızı yemek üzere çay içilebilen bir yere oturduk. O da ne, az ilerimizde gözleme yapan bir kadın. Birer tane ıspanaklı-peynirli gözleme ve birer de duble çay söyledik. Doyana kadar yedik. Kahvaltılıklarımız mahzun mahzun bize bakıyordu çantadan.
Yola devam ettik. Sürekli rampa. Geriye dönüşün vereceği zevk duygusu motive ediyor. Bir on km daha gittikten sonra baktık ki, rampaların sonu yok. Yeter gaari deyip geri döndük. Bu arada patron ararken telefonumun şarjı bitti ama ben mesajı aldım: "mümkünse bir uğrar mısın" dan başka bir şey olamaz. İşe de fazla gecikmemek için biraz hızlı gidiyorum. Denizli girişinde yağmur bastırdı. İnadına durmadım. Üstümdekiler tamamen vücuduma yapışmış durumda ve çamurluk engeliyle karşılaşmayan tekerlekler yerden topladığı çamur ve suyu büyük bir zevkle sırtıma püskürtüyor. Arkama bakmadan gidiyorum. Gariptir ama, yağmurda bisiklet sürmek daha kolay geliyor. İstiklâl caddesine saptım. Devrim arkada görünmüyor. Suluköprü civarında arkamdan sesini duyunca rahatladım. Eve geldik. Hiç yorgunluk hissetmiyorum. Sadece malum yerimde bir ezilme ağrısı var. Eve girer girmez kendimi duşa attım. Sonra çıkıp Devrim'in ekmek arası kavurmalarından bir çeyreği mideye indirdim. Sonra dooğru işe. Epey bir iş gelmiş. Hepsini bitirip geri dönerken gök gürlemeye başladı. Yarım saatlik yürüme yolumu öyle bir hızla yürüdüm ki, adımımı evden içeri atar atmaz sağanak yağmur başladı. Ne şans ama.

Bugün de tabletle ZBrush'ı denedim. Daha önce yaptığım poligonal kadın kafası modelini pek tarzım olmasa da iyi saatte olsunlar suretine getirdim. Evet, tabletle ZBrush kontrolü mükemmel. Sonuç aşağıda. Boyama yapmadım. O da sonraya...


Share/Bookmark

15 Mayıs 2006

3. Wacom Denemesi

Kullanmayı daha önce hiç düşünmediğim Corel Painter'ın nasıl bir şey olduğunu Wacom gelince anladım. Boyama için bundan iyisi can sağlığı. Bir fırça seçip ayarlarını yapıyorsun ve sonra oluşturduğun özel fırça kutusuna sürükleyip bırakıyorsun. Artık bu fırça o ayarlarla o kutuda durmaya devam ediyor. Bir de gerçek palette boya karıştırmanın birebir aynısını yapmışlar ki, buna hayran oldum. Ve yanda (şimdi yanda ama yayınlanınca üste mi çıkar, bilmiyorum.) Painter 9.5 ile yaptığım son Wacom denemesi. Yavaş yavaş ilerliyor muyum ne? :P


Share/Bookmark

3 Mayıs 2006

Bir Wacom Denemesi Daha

Bugün de Wacom kullanarak Flash'ta çizdiğim karikatürü koyuyorum. Konusu; asker-sivil bürokrasinin ABD karşısındaki "millî haysiyet" timsali duruşu.

Ekleyecek bir şey yok.


Share/Bookmark

30 Nisan 2006

Dönüm Noktası


Yarın 1 Mayıs. Kutlu olsun. Gecikmiş bile olsa, bazı dönüm noktalarını yaşayacağız.

Tunç Taylan'ın işçi siluetini wacom'la boyadım. Tablete alışmam için iyi oldu.


Share/Bookmark

12 Nisan 2006

Velespit

Devrim'le birer fiyakalı bisiklet aldık. Bisiklet gezileri yapacağız artık. İlk gezimizi geçen pazar günü Pamukkale'ye yaptık. Can ve Ufuk da vardı. Sen kalk 30 kilometre pedal bas, Pamukkale girişinde pusuya yatmış olan Deli Dumrul desin ki; geçenden yirmi gayme, geçmeyenden elli gayme... Bi gayme olsa vermeyiz dedik, biz sporcuyuz dedik, illa ki girecek açık bi yer buluruz dedik, hafiften meydan okuma havasında gerisin geri ettik. Neyse ki başkalarından sonraki gezimizde kullanılmak üzere bir tüyo da edindik. Antik tiyatronun arkasındaki köyden girişte herhangi bir dumrul konuşlandırılmıyormuş.
Bugünkü geziye yalnız Devrim'le ben gittik. Tüyomuzu planımızın ana ekseni haline getirdik ve köy köpeği hücumlarına karşı tetik bir vaziyette köyden geçtik. Bedava sirkenin tadını almakla aynı şey; sonsuz bir özgürlük duygusuyla bölgeye duhul olduk. Hafif ve tatlı yorgunluğumuzun da çağrısıyla tiyatroda oturduk. Boş sahneyi baygın baygın izledik. Ve sonra, kendimizi bir japon turist membaında bulduk. Her taraftan Japon fışkırıyordu. Aklımdan vataşi no name Barış des, anata no name Devrim des gibi cümleler geçti.
Sonra aşağı, travertenlere çevirdik dümeni. Satıcılar ve ikimizden gayrı TC uyruklu kimse yoktu. Pişmiş topraktan yapılma su dolu bir pipoya benzeyen düdükten satan sürüyle satıcı vardı. Hepsi hiç bıkmadan bu garip düdüğü öttürmeye çalışıyordu. Kafamızın şiştiği andı ki, oradan kaçarcasına uzaklaştık. Geri dönüşte benim koltuğun altındaki vida gevşedi ve koltuk bir ileri, bir geri eğilmeye başladı. O ne zorluk, o ne işkence... Üstüne bir de ön vitesin arızalanması yok mu...Tüm enerjimi aldı götürdü. Denizli'ye nasıl varabildim, bilemiyorum. bir taraflarımın tarif edilmez ağrısını da eklemeden edemeyeceğim.
Bisiklet gezileri için ayrı bir blog mu yapmalı acep? Evet sayın okurlar, ne dersiniz?


Share/Bookmark

6 Nisan 2006

Nereye Sevgili Yurdum?

İç savaş plânı -şimdilik- hiç aksamadan yürüyor. Gidişata bakılacak olursa, önümüzdeki yazın sonuna kadar ülke tamamen iç savaş ortamına gömülecek. Kürt milliyetçilerinin "ezilen ulusun milliyetçiliği olmaz" türünden saçma sapan değerlendirmeleri her yaptıklarını meşru görme eğilimine yol açıyor. Bu ise gittikçe ırkçı-faşist bir tarzı benimsemelerine götürüyor onları. Gözlerini kör eden Türk düşmanlığı ABD'li abilerine daha da yakınlaştırıyor onları. Türk faşist hareketi zaten olduğu yerde duruyor. Metropoller barut fıçısı, her an korkunç bir boğazlaşma başlayabilir. Aynı süreçte ABD'li askeri yetkililerin İskenderun Limanı'na el koyma hazırlıkları yaptığını duyuyoruz. Karadeniz için Montrö sözleşmesini delen talepleri olduğunu da...
Bölünme olasılığı ilk defa ete kemiğe bürünüyor, güçlü bir olasılık haline geliyor. Yıllar önce dile getirdiğim olasılığı yineliyorum. Kürt-Türk boğazlaşmasına eşlik edecek bir dinci gerici ayaklanma, emperyalistlerin "insani" müdahale adına bölgemizi doğrudan kontrol etme girişimine yol açacaktır. Bu sırada İran ya da Irak'ta onursuz bir macera içine sürüklenebilecek silahlı kuvvetler de süreçte belirleyici olmaktan çok uzakta olacaktır. Kafkaslar'ı daha doğrudan kontrol etmek isteyen ABD'nin Kukla Kuzay Kürdistan'a acilen ihtiyacı var. Turuncu devrimler döneminin hezimetle sonuçlanmaya başladığı bu dönemde Türkiye Kürtleri için sivil itaatsizlik eylemleri yerine şiddet içerikli bir karışıklık çıkarmak ABD'nin dönemsel politikalarına daha uygun düşüyor. Yugoslavya'yı hatırlayalım; emperyalistlere alet olan halkların ayrılma girişimleri, diğer halklarda anti-emperyalist bir önderlik potansiyeli yoksa biçimsiz bir milliyetçiliğe yol açar. Türkiye ve Türk halkı için de -şimdilik- en güçlü olasılık ne yazık ki budur. Ülke "Kurtlar Vadisi" ve "Kürtler Vadisi" olarak bölüşülmeye hazırlanılıyor. Ne kara bahtlısın ey yurdum, başındaki belâlardan kurtulmak istedikçe, daha büyük belâların kapısını açıyorsun ama bunun farkında değilsin. Sonuna kadar anti-emperyalist olan bir siyasi özne yaratamadıkça dünyanın unutamayacağı acıklı hikayeler yaratacaksın.


Share/Bookmark

23 Mart 2006

Bahar Geldi

Bahar Geldi. Artık pencereyi açıp yatmaya başladım Aslında çok sıcak olduğundan değil, içerideki havanın sürekli değişmesi durumunda bir-iki saat daha az uyumayla dinlenebiliyorum.
Hayatımdaki değişikliklerden biri; artık ben de üstü başı çamaşır yumuşatıcısı kokan biriyim. Ne güzel, aynıyız, hep aynıyız. Farklıyız ama aynıyız. Farklı olma özgürlüğümüzü aynı olarak kullanıyoruz.
Yarışma için modellemeler yapmaya başladım. Yarışmanın sonunu getirebilecek miyim, bilmiyorum ama, en azından her gün bir parça modellersem ilerlerim. Şimdilik şemsiye, çaydanlık ve soba bacası hazır. Yarın bir eskiz çizimi yollamalıyım CG Society'e. Modellerin Modo'daki görüntüleri de şöyle:


Share/Bookmark

19 Mart 2006

Dolgu

Dişime dolgu yaptırdım. Amalgam. Yani civada çözünmüş gümüş. Dişçi beni israilli ajanlar gibi yavaştan zehirleyip öldürme operasyonunu başlattı yani. Hem de gayet soğukkanlılıkla.

Benim E- pen tablet pek kullanılacak halde değil. İyice temizledim ama, kimi zaman hareketleri yanlış algılıyor. Basınç algılamasında da sorun var. 2 boyutlu boyama konusunda hiç tecrübem yok sayılır. Intuos gelene kadar biraz alıştırma yapayım dedim. Şu resmi çiziktirdim. Ne ölçü var ne nizam. Olsun...


Share/Bookmark

15 Mart 2006

Komik Budur

Komiği komik yapan çelişkidir diyorduk. İşte örnek:


Share/Bookmark

12 Mart 2006

Zaman Nedir?

Yatağıma yattığımda bir şeyler düşünmeden uykuya dalamam. Bu düşünme seanslarından birinde zaman kavramını elle tutulur hale getirmek için bayağı derinlere dalmıştım. Birkaç saat bu yüzden uykusuz kalmış da olabilirim. Bu fikirleri hiç yazılı hale getirmedim. Bugün okuduğum "zamanda yolculuk" konulu bir makale aklıma getirdi, fikirlerimi yazılı hale getirmeliyim. Burası da şimdilik en uygun yer sanırım.

Zamanı algılamak, onu günlük yaşayışımızda ölçmek amacıyla saat kullanırız. Değişik saatler var, bir milyon yılda bir saniye sapma payı olan atom saatleri, zemberekli mekanik saatler, güneş saatleri vs. Burada zemberekli bir mekanik saati ele alalım. Zembereği kurarız, rakkas denen bir mekanizma sayesinde (rakkas, dünyanın kütle çekiminden kaynaklanan bir salınımın düzgün bir periyod sağladığı kabulüne dayanarak kullanılmıştır)zembereğin devindirdiği saat milinin hızını sabit kılarız. Zemberekte kalan enerjinin miktarından bağımsız olarak bu mil hep aynı hızda döner. Milin ne kadar döndüğünden yola çıkarak ne kadar zaman geçtiğine karar veririz. Saat cihazında gerçekleşen olayın özeti şudur: kurularak zembereğe (sarmal yay) aktarılan mekanik enerji, yayda iç gerilmelere yol açarak potansiyel enerjiye dönüşür. Bu potansiyel enerjinin tekrar mekanik enerjiye dönüşerek mili devindirmesi olayının ölçümü de zaman ölçümünün ta kendisidir. Yani enerji akışının ölçümü zaman ölçümünde bir yöntemdir. Peki, enerji akışının ölçülmesinden başka bir (doğru)zaman ölçme yöntemi var mıdır?
Şimdi, saatimizin bulunduğu ortamın sıcaklığının 20 derece olduğunu düşünelim. Sıcaklığın 293 derece düşmesi durumunda -ki bu sıfır kelvin, yani mutlak sıfır demektir- ne olur? Tüm moleküler parçacıkların titreşmesini sağlayan iç enerjilerinin de sıfır olması nedeniyle makro ve mikro ölçekte tüm hareketler yok olur.Zembereğimizdeki iç gerilmeye olanak sağlayan zorlanmış titreşme olayı da son bulur. İç gerilme olmayınca saat milinin devinmesi de imkânsızdır. Yani saat durur. Saat durduğu için ortamdaki zaman ölçümü sekteye mi uğramıştır? Bence hayır. Ortamdaki tüm nesnelere ait moleküler parçaların da titreşimleri durduğu için ortamla saat arasındaki enerji akışı paralelliği devam etmektedir. Ortamda zaman kavramı yok olmuştur, saatte de öyle. Buradan yola çıkarak saatimizin, enerji akışını ölçen bir sayaç olarak moleküler titreşimlerin sayısı konusunda bizi fikir sahibi ettiğini, bu yolla "zaman" diye tanımladığımız kavramı anlaşılır kıldığını söyleyebiliriz.
Bir adım daha ileri gidelim, bir nesneyi "var" olarak tanımlayabilmemiz için gereken şey, o nesnenin moleküler parçalarının titreşiminden doğan manyetik alandan dolayı ortaya çıkan "kütle"ye sahip olmasıdır. Dolayısıyla titreşmeyen parçacık "var" da olamaz. Elimizde dört sonuç var:
bir: enerji akışı yoksa zaman yoktur,
iki: enerji akışı yoksa madde de yoktur.
üç: tüm mekanlar için aynı doğruluk derecesini taşıyan evrensel bir zaman değeri aramak saçmadır.
dört: her noktada farklı olan enerji akışı değerleri kendi içinde tutarlı bir "zaman" kavramını anlamsız hale getirmektedir. Bu enerji akış değerleri arasında geçişler vardır. Mekan değişiklikleri de buna tâbi olmak durumundadır. Enerji akış ölçümü cihazlarının (saat) uyumlu olabilmesi bundan kaynaklanır. Yoksa aynı soyut "an" da aynı olmalarını garanti edecek hiç bir şey yoktur.
Soru işaretleri:
Mutlak sıfır sıcaklığına ulaşmak olası mıdır?
Mutlak sıfır ortamının çevreden tamamen yalıtılması olası mıdır?

Yarın devam edelim...


Share/Bookmark

7 Mart 2006

Dinamik Küheylan

Atı koşturdum nihayet. İlk kez video koyuyorum.


Share/Bookmark

24 Şubat 2006

Model Bitmedi

Epey uğraştım ama model bitmedi. Gözlüğü modelledim, parçaları birbirine uydurdum vs. Birkaç tane de resimleştirme yaptım. İdare eder. Atın kuyruğu için iyi bir çözüm gerekli.
Yarın Ankara yolculuğu var. Her şey birkaç gün aksayacak. Son zamanlarda otobüs yolculukları beni fermante ediyor; türkçesi turşu gibi yapıyor. Kendimi ekşimiş, kirlenmiş, kırışmış, buruşmuş hissediyorum. Hafiften de aptal hissediyorum diyebilirim. Otobüsten inince sersem tavuk gibi sağa sola bakıyorum. Hatta yürümeyi yeni öğrenmiş gibi bile oluyorum. İlk adımlar acemice ve zeminin yüksekliğini yoklar gibi oluyor. Yolda uyuyamadığımdan ve terlediğimden hepsi. Offff.

Neyse, günün konusu hakkında bir iki enstantane koyup bitirelim...


Share/Bookmark

23 Şubat 2006

Yorumsuz...


Jokeyin kafası...


Share/Bookmark

22 Şubat 2006

Bahar Geliyor




















Bahar geliyor. Her şey elinden geldiğince yenilenecek. Bakalım ben de...
Jokeye başladım. Gözlüğü ve eldiveni kaldı. Daha sonra parçaları birbirine uyumlu hale getireceğim. Kıyafetin ve kafanın boyanması gerekiyor. Sırt numarası da olacak. Modeli kullanacak adamın jokeyi çoğaltması için sırt numarası örneklemeleri yapabileceği bir kaplama oluşturmam gerekiyor. Kollara koyacağım kemiğin dönme ekseninin kendiliğinden ayarlanabilmesi için de referan olsun diye, kolları dirsekten biraz ileri doğru büksem iyi olacak. At için bir de beyaz kaplama yapmalı...


Share/Bookmark

15 Şubat 2006

Periyod yine kaymaya başladı


Kalorifer kontrollerini bıraktığımdan beri günlük yaşam periyodum yine kaymaya başladı. Şu an saat 03.47...Tüh!!!
Neyse, bari bugün at üzerinde yaptığım ZBrush denemesinden bir görüntü koyayım.


Share/Bookmark