29 Temmuz 2007


Share/Bookmark

28 Temmuz 2007


Share/Bookmark

Sıra Küçük Teknede


Share/Bookmark

Konuşacak Ne Kaldı?

Yaşam denilen şeyin içinde debelenirken kaçınılmaz olarak birileriyle karşılaşıyorum. Artık işlevini tamamen yitiren ve bir ritüel gibi uzatmaları oynayan selamlaşma faslı en sancılı olan şey benim için.
-Nasılsın?
-İyiyim
-Sen nasılsın?
-Ben de iyiyim.
Bu iki kişi, yukarıdaki töreni gerçekleştirdikten sonra öküz gibi susup kalmamak için çareler aramaktadır ve büyük olasılıkla ikisinin de aklından sıcaklardan bahsetmek geçmektedir.
-Sıca..
-Çok sıcak yaa...
-Evet, evet
Tüh! bu konu da elinde patladı.
Sırada seçimler konusu var, endişeye mahal yok.
-Her iki kişiden biri AKP'ye...
-Sen mi, ben mi?
-Eee, hehhe
-Bu millete müstah...
-Başta Baykal varken bu parti...


Neden ey yüce insanlık?! Neden ey yüce yer, yüce gök? Neden bu çamurlaşmaya mahkumuz? Neden zihinlerimizi yarıp parçalarcasına ortaya dökülüveren heyecan verici, göz kamaştırıcı sözlerimiz yok? Neden hâlâ kurmalı fareler gibi zembereğimizi boşaltmaktan mazoşist bir haz alıyoruz??
Karşılığı henüz ödenmemiş ve ayda 300 milyon kazanan gecekondulu adamların kanı, irini, gözyaşı, lümpenliği, zorbalığı, karısına köpek gibi davranması ile ödenecek milyar dolar borçlarla finanse edilen orta sınıf konforumuz neden bizi TV izleyen, kahve içen, bulduğu her şeyi tüketen kertenkelelere dönüştürüyor? Tükettiklerimiz bizi tüketiyor. Konuşacak mevzu bulamıyoruz. Birbirimizin gözüne bakamıyoruz, neyin suçluluğunu yaşıyoruz?

O 300 milyon alan adamdan neden köşe bucak kaçıyoruz? Kendi dahil tüm memleketi kesif bir karanlıkla cezalandırınca mı aklımıza geliyor onun zekâ düzeyi?

Yaşam tarzımızın (siz tüketim alışkanlıklarımız diye okuyun) değişmesinden gayrı neyi önemsiyoruz ki?
Gelen fırtına hepimizi yerden yere çalacak. Farkında mıyız?
Efendim? Var mı bir söyleyeceğin? Yok mu? Sen bilirsin.
Morgıç, pejo dörtyüzaltı, prag turu... Bunlar son sözlerin olabilir...


Share/Bookmark

Suya İndirdim


Vapurun eksikleri var henüz ama, sabredemedim, suya indirdim. (Resme tıkla sayın ziyaretçi)


Share/Bookmark

27 Temmuz 2007


Share/Bookmark

26 Temmuz 2007


Share/Bookmark


Share/Bookmark


Share/Bookmark


Share/Bookmark

25 Temmuz 2007

Tersane Kurdum


Share/Bookmark

8 Temmuz 2007

Suda Hayat

Yüzmek deltoid kas gruplarından parmak kaslarına kadar tüm vücudu çalıştırır. Hattâ iç organları bile ikna edebiliyordur. Bizim okulun spor kompleksine kayıt yaptırdım. Şort, yüzme gözlüğü ve boneyi tedarik edip havuzun yolunu tuttum. Olimpikmiş. Deniz gibi. Acelesi olanlar için feribot seferi koysalar yeridir. Neyse ki atlamak yasak, böylece suya atlayamadığım çakılmıyor.
Boneyi iyice çekip gözlüğü indiriyorum. Ve o anda bir şey öğreniyorum; denizde yüzdüğünü sanabilirsin ama havuzda her şey meydana çıkar. Akdeniz ve Karadeniz'in kaldırma kuvvetleri bağlamında yüzme üzerindeki etkileri üzerine baygınlık verici kıyaslamalar duymuştum ama, Karadeniz'le bile kıyaslanamayacak olan bu kampus denizindeki "batırma kuvveti" konusunda hiç bir şey bilmiyordum. Bozuntuya vermeden yüzer gibi yapıyorum. Aslında yaptığım, su üstünde kalmaya çalışmak. Biraz ilerleyip sırtüstü geri dönüyorum. Eee, şimdi ne olacak? Seansın bitmesine daha iki saat var. Kulvarımın başından etrafımı süzüyorum. Yan kulvardaki arkadaş mağrur bir eda ile "bu havuz ne ki, Manş denizi'ni getirin, dört kulaçta bir nefes yenileyerek aşayım" dercesine bakıyor. Kafasını bir iki sallayıp boyun egzersizi yapıyor ve başlıyor yüzmeye. Herkes yüzüyor yahu!
Biraz sonra bir deneme daha yapıyorum. Bu sefer daha iyi. Kulvarın sonuna kadar gidiyorum. Epey bir dinlenip gerisin geri... Tam yarıda bacağıma kramp giriyor. Mecburen sırtüstü dönüp yavaş yavaş devam ediyorum. Daha birbuçuk saat var. Kafamı batırıp gözlüğümle suyun dibine bakıyorum. Bir an aklıma geliyor, bu durum bir rontgen algılamasına yolaçabilir ve suya dokunmaktan gayrı her şeyin yasak olduğu bu havuza üyeliğimi sona erdirebilir.
Biraz daha bekliyorum. Bi şey yapmalı... Saçma ama, su altında nefes tutma denemesi yapmaya karar veriyorum. Yüzümü havuzun duvar tarafına çevirip dalıyorum. Bir, iki, üç, dört,...
53, 54, 55...
Şu an, çelik bir kafes içinde olsam ve sudan çıkmamın imkanı olmasa... 56, 57, ...
Kafes kapalı, suyun yüzeyi metrelerce yukarıda olsa... Biliyorum, en fazla bir buçuk dakika dayanabilirim. Ondan sonrası? Ölüm...
İnsan böyle bir durumla çok nadir karşılaşır. En ağır hastalıklara yakalansanız, en paramparça kazalara uğrasanız da hep bir umut vardır. Az da olsa... Ölüm ihtimali ile kurtuluş ihtimali kıyasıya kavga eder gözünüzün önünde. Ve büyük olasılıkla siz 'ölümün artık kesin olduğu an'ı farketmezsiniz bile. Ani ölümlerde zaten hiç bir zaman ölüm duygusuyla karşılaşmazsınız.
Ciğerinizdeki son hava molekülleri de yanaklarınıza doldurulup defalarca solunduğu için alabildiğine karbondioksit yüklü olarak dudaklarınızdan süzülür. Çelik kafesin parmaklıkları arasından yukarıya doğru dansederek çıkarken bırakmayın beni dercesine peşlerinden bakakalırsınız.
Ölüm!
Kesin!
Otuz saniye kaldı!
Yaşıyorum, yaşadığımı biliyorum. Öleceğimi biliyorum. Hem de otuz saniyeden az zaman sonra. Her zaman zorda kalınca çıkar yol bulmaya ayarlıdır aklımız. Şimdi, bu durumda bir et parçasından farksız hale geliyor işlev olarak. Göğüs kafesin kasılmaya başlıyor. Dudaklarını zorlayan su, akbaba gibi, nefes alma refleksi sonucu ağzının açılmasını bekliyor, bronşlarını ölüme boğmak için. Bilincin gidip gidip geliyor. Beynin, olmayan olasılıkları tartmaya devam ediyor boş yere. Bir işkence olsa bu, elbet şartlı olarak suyun altında tutuluyorsundur. Kendime ihanet etsem kurtulurum diyorsun. Ama o da yok. Kendine ihanet etme şansın bile yok. Ey ölüm, ne uzaksın insana dair olandan!
Yukarıda şimdi birisi çay demlendi mi diye bakıyordur, mis gibi buğuyu içine çekerek. Derdi tasası yoktur. Oysa ben kalan birkaç saniyemin korkunçluğunu yaşıyorum. Ölüm, "yok edeceğim seni" diyor. En korkunç olanı da şu: Yok olmak nasıl bir şey?
Ben henüz gencim, yarısını yediğim elma masanın üzerinde beni bekliyor, kırdığım arkadaşımdan özür dileyecektim daha. Son yaptığım resme rötuş yapacaktım. Bunlara yüreğin yumuşar mı ölüm? Cevabı bile yoktur ölümün. Bir insana yapılabilecek en büyük kötülük onu yok saymaktır; ölüm insanı yok ederken yok saymayı başarabilendir.
Ölümden daha korkunç bir şey var mı?
Evet.
Ölüyor olduğunu bilmek.
Sudan çıkıyorum. Yaşadığıma şükredeceğimi sandınız, değil mi? Kimse kendisini kandırmasın, henüz sonunun ne zaman geleceğini bilmediği için de yaşamına yalakalık yapmasın. Ölüm en yakınımızdadır.


Share/Bookmark