28 Şubat 2009

Birkaç Render





Share/Bookmark

24 Şubat 2009

Keser Kullanırken

Kahramanımız çivi çakmaya çalışıyor. Daha önce modellediğim diğer aletlerle de adapte olacak.


Share/Bookmark

17 Şubat 2009

Kol - Dönertabla


Arm from Bar men on Vimeo.


Share/Bookmark

Marangoz


Bugün sıra kolun yapımındaydı. Marangoz da bu aşamaya geldi.


Share/Bookmark

12 Şubat 2009

Işık İyi mi?

Aydınlık iyi bir şey mi? Karanlık iyi bir şey mi? Hangisi iyi, hangisi kötü? Bir dakika, acele etmeyelim. Sakin olalım ve düşünelim.
En sevdiğim film konularındandır; korkunç ve kaçılamazlığıyla ün yapmış bir hapishane, kaçmayı her şey pahasına kafasına koymuş başrol oyuncusu. Zekice planlar yapılır, her şey inceden inceye hesaplanır. Gecenin bir yarısı hapishanenin (ya da toplama kampının) o korkunç binasından çıkılır. Sıra tel örgüleri geçmeye gelmiştir. Nöbetçi kulelerindeki güçlü projektörlerin acımasızca taradığı bölge geçilip tel örgüler kesilecek ve o büyük rüyaya ilk adım atılacaktır. Projektörlerin tarama hızı, kaç saniyede tel örgülere koşulup kaç saniyede tellerin kesilmesi gerektiği ince ince hesaplanmştır. Kahramanımız duvar dibine sinip yay gibi gerilerek fırlama vaktini bekler. O an geldiğinde ok gibi fırlar tel örgülere. Tel makasını çıkarır ve kesmeye başlar. Derken bir aksillik olur. Zamanında bitirememiştir kesme işlemini. Projektörün kahredici ışığı o tarafa yönelmiş, durdurulamazcasına yaklaşmaktadır. Kahramanımız en uygun yere çekilmeye çalışır. Koca ışık halkası tam başının üstünden geçmektedir. Onunla birlikte nefesimizi tutarız. Işığın geçişiyle birlikte rahatlar, heyecanlı kaçışın devamını iple çekeriz.

* * *

Çoğu bar loş ışıklıdır. Zamane yaşamının yıpratıcılığı ve yoruculuğundan kaçanların sığınma isteği duyacağı şekilde tasarlanmıştır. Zamane insanı kendini sevmez. Hep bir başkasına benzemek üzere özendirilmiştir zira. Hiç bir zaman ona benzeyemez ama ömrü benzeme çabasıyla geçer gider. Kendisi olmaktan utanan insan güvensiz olur, kolay güdülür. Örnek haline getirilmiş tiplere benzeme çabası hiç bitmediği için piyasaya sürekli yeni örnek tipler sürülür ve sürüler halinde "kendi isteğiyle" biçimlendirilir. Kendisi olmaktan duyduğu utanç süreklileştirilmiş olan insanın beğenilmek için yapıp ettiklerinin çoğunun altında kendisini çirkin bulması yatar. Gün içinde güzel görünmek için yaptıklarının hiç biri aslında onun kendini çirkin bulduğu gerçeğini değiştirmez. Bu çirkinliği sadece kozmetik olarak algılamayalım; hâl hareket, davranış, birikim vs. de buna dahil. Çirkinliğini gizleyebileceği yerlere kaçmak ister. Barda ışık loştur; yüzü gözü, burnunun büyüklüğü, saçının seyrekliği, kulağının birinin kepçe oluşu, jest mimik beceriksizliği pek farkedilmemektedir. Ortam gürültülüdür; cırtlak sesi, tekdüze ses tonu, konuşmasındaki kararsızlık kamufle olmuştur. Orada kendini iyi hisseder. Günlük yaşamın o hiç sönmeyen acımasız projektörlerinden kaçıp buraya sığınmakla ne de iyi etmiştir. Alkol de işin içine girip psikolojik gerilimini hafifletince o yıkıcı acizlik duygusu hafifler, kendini güçlü ve güvenli hisseder birkaç saatliğine.

Işık hep cıvıl cıvıl bir bahar gününü aydınlatıp insanı yaşama çeken ışık mıdır? Işık hep iyi midir?

Yoksa şöyle mi demeli; İnsanın kontrol etmeyi öğrendiği her şeyi silah haline getirmeyi başardığından beri ışığı kimin, nereye, neden tuttuğu önemlidir artık. Yaşamımızın her alanını kuşatıp ne yaptığımızı görerek güç sağlayanları bundan mahrum edecek şey karanlık bölgelerse orada da olunmalı. Ama en karanlık bölge, projektörün arkasında, onu kontrol edenin bulunduğu bölgedir. Orada durarak kendini gizler. Karanlık ücralara kaçmaktan söz etmiyorum, kör edici ışık bombardımanından kurtulup o karanlık bölgeyi görmekten sözediyorum. Projektörün kontrolünü ele almaktan yani.


Share/Bookmark

9 Şubat 2009

Organizmada Organize Olma

Bir organizma düşün ey okur; besleniyor, yaşamını devam ettiriyor, türünü devam ettiriyor. Organizmaya bir sıfat yakıştırmayı öneriyorum ey okur; yeryüzündeki kötülüğün odağı olsun meselâ. Siyah, pis, yapışkan, kötü kokan. Umutları kıran, dizlerin dermanını çekip alan, omuzlara kâbus gibi çöken... Umutsuzluk dayanılmaz olsun. Umudun bittiği yerde yaşamın mucizevi şekilde kendine kanallar açışına şahit oluruz hep. Yaşam bu lânet organizmada nasıl kanal açabilir? Organizmanın içinde organize olarak elbette. Organizma içinde, organizmanın lanetinden bağımsız nasıl organize olunur? Canlılar dünyasından örnek verelim mi? Kanser... Hep düşünmüşümdür, kanser neden var? Bulaşıcı değil, bünyeyi ele geçirip öldürdükten sonra kendi de ölüyor, toprağa karışıyor. Kendini türe sadece genetik olarak yayabiliyor. Diğer hastalıklar gibi farklı bir organizma türünün devamlı bir yaşam biçimi değil.

Aşağılık organizmamıza dönelim. Ne kadar döversen döv, söversen söv yıpranmıyor, her geçen gün daha güçleniyor ve iğrençleşiyor. Güçlendikçe sana daha ağır darbeler vuruyor. Seni aç bırakıyor, gırtlağını sıkıyor, beynini oksijensiz bırakıyor. Canın uçup gidiyor, öfkenden ibaret kalıyorsun. Öfken ateş olup ona akıyor. Ağzından burnundan girip semirmiş bedene yerleşiyorsun. Akciğerlerine siniyorsun. Her nefes alış verişini içten duyuyorsun artık. Her nefesin dünyanın yaşamından bir parçanın daha sökülüp alınışı olduğunu taa içten duyumsuyorsun. O organizmaya karıştırıyorsun bedenini; artık öfken olan aklını hiç yitirmeden ama. Organizmanın gürbüz damarlarını bağlıyorsun senin kurumaya yüz tutmuş damarlarına. Sel olup akıyor kanı sana. Canlanıyorsun. Organizma içinde büyük ve özerk bir etkinlik alanı oluyorsun asla dokunulamayan. Organizma içinde büyüyorsun ve kan damarlarının çoğu sana kan taşımaya başlıyor. Canlanışın büyük bir kurtuluşun umudu haline geliyor. Büyük bir ölüme gidiyorsun. Ölümü göze alıp dışarıdan var gücünle vurmalarınla sinek ısırığı kadar yaralayamadığın organizmayı içeriden, kendinle birlikte ölüme sürüklüyorsun. O can havliyle seni bedeninden söküp atmaya çalıştığında artık senin tam orta yerinde olan canını da söküp atmış oluyor, çaresi yok. Karşı olmanın yollarından biridir bu. Kimi zaman başka yolu da kalmaz ve yaşam kendine böyle bir karşı yol bulur.

Ey sinek dostlarım, sizce başka umut var mı?


Share/Bookmark