14 Ocak 2011

...

Dedem öldü. Çok üzgünüm.

Öldü diye değil, onu artık göremeyecek olduğum için değil, son zamanlarında onun için tam bir eziyete dönen koltuğuna çivilenmek son bulduğu için değil...

"Dedem öldü"ler var; pek de bir şey hissettirmez, okuldan, işten izin almak için bahane olur, yer yer fazladan birkaç kez kullanılacak denli hafif ve "tatlı" bir yalan gibidir. "vadesini doldurdu ve huzur içinde gitti"lere sığınıp "yükünden kurtulduk"lar maskelenir, neredeyse zil takılıp oynanır.

İki sözcükle ifade edilir, "dedem" ve "öldü"... Söylenir söylenmez kendini imha eden bir tümcedir, hemen uçuverir. Çoğu yalandan "başın sağolsun"larla birbirini yiyip bitiren iki tümcedirler kimi zaman. İki taraf "çok da umurumda değildi" konsensüsünde uzlaşıp önlerindeki hayata bakma konusundaki bu küçük kesintiyi akıldışı görürler ve milisaniyelik göz teması kesilir. Geçmişi düşünmek rasyonel değildir. "An"ı yaşama dininin bu zır yobaz ve pür softa mensuplarından başka şey de beklenmez zaten.

Dedem öldü... Bu iki sözcük o iki sözcüğe ne kadar benziyor değil mi? İşte trajik olan, kahredici olan da bu.

Gerçekten yaşamış olduğuna inanmanın oldukça güç olacağı düzeyde olağanüstü bir insanın, kalbi durur durmaz o herkese reva görülen iki sözcğe hapsedilivermesi ve adeta yaşanmışlığının sıfırlanması dayanılamayacak kadar üzücü benim için.

Olağanüstülükten ne kastettiğimi burada anlatmayacağım. Böyle bir yazıya sığdırmaya çalışmak anısına büyük saygısızlık olurdu. Yalnızca şunu biliyorum; o büyük ve erdemli yaşamı anlatmak üzere bir şeyler yapmalıyım...


Share/Bookmark