1 Nisan 2011

Cafe İnciraltı Tabelasının Kısa Öyküsü

Her şey tamamdı. Mekânın geçmişinin ve geleceğinin ağırlığını taşıyabilecek bir tabelaya ihtiyaç vardı. Kendimiz yapacaktık. Koyulduk işe.

Kâğıt, kalem. Onlarca logo taslağı. Bu oldu, şurası olmadı gibi... Noktaları parantez gibi düşünelim, şu sözcüğü araya alalım. Logo tamam. Tabela ferforje olmalı. Şöyle gözü okşayan bir çerçeve. S'ler, C'ler, ok uçları ve yapraklar biçimindeki ferforje parçalarından öyle bir kombinasyon oluşturmalı ki... Onlarca çerçeve ve askı taslağı. Nihayet oldu gibi.

Hadi gidelim demirciler sitesine. Tabela sacını kestirdik. Ağır. Kenarları eli kesmesin diye gazete lazım... Ferforjecide sıra. Tüh, aradığımız parçalardan biri eksik. Acilen tasarımda değişiklik gerekli. Cepteki taslak çıkar, yere mevcut çerçeve parçaları dizilir. Bir saatin sonunda, olmayacak gibi görünen kombinasyon aniden oluverir. Parçalar çuvala doldurulur. Otobüs, tramvay, metro, derken ev. Onlarca kilo demirle yolculuğu hiç önermeme durumları.

Tabela mat küf yeşili, ferforjeler siyah olacak. Boyalar, rulolar, fırçalar alınır.

Şimdi tabela parçalarını kaynakla birleştirmekte sıra. Uygun bir kaynak makinası olan Hasan Abi'nin atölyesi iki sokak yukarıda. Yüklenip gidilir.

Binanın bodrum katına inilir. Yanmış kaynak elektrodu kokusu takip edilir. Ve işte atölye. Görüp görülebilecek en karışık yer. Bir torna, bir tezgâh matkabı, 4-5 metal işleme tezgâhı, sağda solda masalar. Üstleri matkap kalemleri, alet, edevat, metal parçaları, ne olduğnu anlamanın güç olduğu ıvır zıvırla silme dolu. Yerde bile içeride yürümeyi güçleştirecek ölçüde takım taklavat mevcut. Hasan Abi altmışlarında bir adam. Konuşmayı seviyor. Bedbaht. Masanın birinin üzerinde yer açmak için üzerindekileri eliyle yere süpürüyor. Parçaları üzerine yerleştiriyoruz. Bir sinyal çakıyor. Dayım bu bildik sinyali anında çözümlüyor. Bi koşu 5 tane bira alıyorum. Sigarasını yakıp birasından ilk yudumu aldıktan sonra tek sapı kopmuş gözlüğünü takıyor Hasan Abi. Gözlüğün yamuk duruşuna alışkın halinden belli ki, epeydir böyle kullanıyor. Parçaları dizip işi tarif ediyoruz. Sırasıyla bir yudum bira, iki dakika sohbet, bir kaynak dikişi biçimindeki iş akışı başlıyor. Biralar bitiyor. Bi koşu, 5 bira daha. Altıncıdan sonra sonra 5 yudum bira, 10 dakika sohbet ve bir kaynak dikişi şekline bürünüyor iş akışı. Saatler geçmiş, iş gittikçe uzuyor. Hasan Abi kaynak arkından ve işe yaramaz gözlüğünden şikâyet etmeye başlıyor. Artık elektrodu nereye dokunduracağını biz tarif ediyoruz, göremiyor.

Konuşurken aniden duraklıyor, müsaade istiyor. Tezgâhın altını karıştırıyor. Rengi kaybolmuş pis bir plastik maşrapa buluyor. Kapı ardına geçiyor. 6 biranın en az dördü maşrapaya tazyikle ve sesli sesli doluyor. Sallana sallana geliyor. Elinde maşrapa, silme dolu. Üzeri bol köpüklü. Ne yapacak diye merakla izliyoruz. Yine tezgâhın altına eğiliyor. Orada bir delik var, döküyor. Gelip devam ediyor. Ayakta zor duruyor. Gözlüğü 45 derece eğik duruyor. Pek bir şey görmediği anlaşılıyor. Ama o ne büyük mucizedir ki, gecenin ilerleyen saatlerinde tabelamız bitiyor. Bir an önce alıp gitme aceleciliğimden olacak ki, tabelayı tutmamla ellerimin yanması bir oluyor.

Ertesi gün astar boya. Sonra siyah ferforje boyası. Derken küf yeşili mat boya. Pek yakışıyor ferforjeye. Logo tasarımını bilgisayarda bitirip pleksi glas kesimciye gidiyorum. Harfleri silikonla tabelanın önü ve arkasına yapıştırıyoruz. Yakıştı be!

Son olarak çerçevenin içine led döşeme ve ledleri gizleme işlemi. Tabelayı asıp ışıklarını yakıyoruz. Hiç tahmin etmediğimiz bir şey oluyor. Harfler ışığı bir yere kadar soğuruyor. Kenarlarından parlayan harfler beklediğimizden de gösterişili bir etki yaratıyor. Biz tabelayı yaparken 'öyle olmaz', 'olmaz bu' diyen civar tabelacısı komşular söylediklerini unutup beğenilerini sunuyorlar. Gel de sevinme...

Cafe İnciraltı tabelasının öyküsü budur. El emeği, yorgunluk, dolu maşrapa, beğeni, her şey mevcut muhteviyatında.


Share/Bookmark

8 Mart 2011

Kedilere 1 Kilo Kıyma Verdim, Erbakan'la Sohbet Ettim

Dün gece, mutfağın giyotin penceresini yukarı kaldırdım ve yüzüme hücum eden buz gibi havaya aldırmadan yağlı kasap kâğıdına sarılı 1 kilo dana kıymayı avuç avuç arkamızdaki otoparka fırlattım. O otopark ki, 15 gün önce mühürlenmesini müteakip Galata bölgesi kedilerinin rekreasyon alanı haline gelmişti. 5 saniyelik bir pisi pisi pisi çağrısı tam tamına 18 kedi toplamaya yeten bu bölgeye dana kıyma fırlatmak eğlenceye yabancı olmayan bölge kedilerini partiye davet etmekle eşdeğerdir sanırım.

Sonra Erbakan'la sohbet ettik. Hastalığından bahsetti. Kulakları çok iyi işitiyordu. Arka odada kuran okunuyordu ve o da sohbetin arasında bir iki sözcükle okunana eşlik ediyordu.

Hepsi rüya gibi mi?


Share/Bookmark

14 Ocak 2011

...

Dedem öldü. Çok üzgünüm.

Öldü diye değil, onu artık göremeyecek olduğum için değil, son zamanlarında onun için tam bir eziyete dönen koltuğuna çivilenmek son bulduğu için değil...

"Dedem öldü"ler var; pek de bir şey hissettirmez, okuldan, işten izin almak için bahane olur, yer yer fazladan birkaç kez kullanılacak denli hafif ve "tatlı" bir yalan gibidir. "vadesini doldurdu ve huzur içinde gitti"lere sığınıp "yükünden kurtulduk"lar maskelenir, neredeyse zil takılıp oynanır.

İki sözcükle ifade edilir, "dedem" ve "öldü"... Söylenir söylenmez kendini imha eden bir tümcedir, hemen uçuverir. Çoğu yalandan "başın sağolsun"larla birbirini yiyip bitiren iki tümcedirler kimi zaman. İki taraf "çok da umurumda değildi" konsensüsünde uzlaşıp önlerindeki hayata bakma konusundaki bu küçük kesintiyi akıldışı görürler ve milisaniyelik göz teması kesilir. Geçmişi düşünmek rasyonel değildir. "An"ı yaşama dininin bu zır yobaz ve pür softa mensuplarından başka şey de beklenmez zaten.

Dedem öldü... Bu iki sözcük o iki sözcüğe ne kadar benziyor değil mi? İşte trajik olan, kahredici olan da bu.

Gerçekten yaşamış olduğuna inanmanın oldukça güç olacağı düzeyde olağanüstü bir insanın, kalbi durur durmaz o herkese reva görülen iki sözcğe hapsedilivermesi ve adeta yaşanmışlığının sıfırlanması dayanılamayacak kadar üzücü benim için.

Olağanüstülükten ne kastettiğimi burada anlatmayacağım. Böyle bir yazıya sığdırmaya çalışmak anısına büyük saygısızlık olurdu. Yalnızca şunu biliyorum; o büyük ve erdemli yaşamı anlatmak üzere bir şeyler yapmalıyım...


Share/Bookmark