20 Aralık 2005

Sihirli Değnek: Aforizmalar

Doğayla bağlantısı alabildiğine dumura uğramış insan huzursuz olur. Bundan daha doğal bir şey yok. Vücut şifresinde doğayla haşır neşir oluşunu taşımaya devam eden insanın kafasında soru işaretleri doğmaz mı? Doğmaması olanaksız. Ne gibi sorular?
-Neden yaşıyorum?
-Hayatın anlamı ne?
-Zengin olursam mutlu olabilir miyim?
-Zengin oldum ama neden mutlu değilim?
-İnsan doğuştan bencil midir?
.....
Bu sorulara şöyle ya da böyle bir cevap üretilmezse insanlığın kollektif aklı doğru cevabı bulabilir. Hatta maazallah cevabı uygulamaya da geçirebilir. Bu yüzden bireysel akla hizmet eden aforizma bombardımanı her şeye devadır. Etrafında seni rahatsız eden her şey doğal, önemli olan onlara farklı bakmak, böylece rahatsız olmaktan kurtulmak.

İşte örnekler:


-Eğer boş zamanınız yoksa, ruhunuzu kaybediyorsunuz demektir. (L. P. Smith)


-Kalitenizin ölçüsü, boş zamanlarınızda ne yaptığınızdır. Medeniyetlerin kalitesi de insanlara sağladığı boş zaman ve bunun kalitesi ile ölçülür.(Irwin Edman)

-Babam bana çalışmayı, fakat işin esiri olmamayı öğretti. Şimdi okumanın,hikaye anlatmanın, şakalaşmanın, konuşmanın ve gülmenin iş kadar; hatta ondan da önemli olduğunu biliyorum. (Abraham Lincoln)

-Boş zamanı iyi değerlendirmek, çok ciddi bir sorumluluktur. (William
Russell)


Okurken insanı iyi hissettiren bir terapi yarattıkları kesin. Ama ortak özellikleri asla kalıcı bir çözüm önermemeleri. Aforizmayla beslenen zavallıların da insan florasında mantardan pek bir farkı yok.


Share/Bookmark

17 Aralık 2005

Kabuk

Kabuk gibi görmeye başladım yaşamı. İçsizliğini gizleyen bir dış olarak ya da. Beceriksizliğimizi gizleyen statülerimiz sayesinde bugünü yarına bağlayabiliyoruz. Çürüme bile bitti artık. Çürüyecek bir şey kalmadı içerilerde. Kupkuru kabuklarımızla idare ediyoruz.

Kalorifer kazanlarını kontrol ederken en çok bilgisizliğimizin çakılmaması için mücadele ediyoruz. Kazanla yatıp kalkan ateşçi olayın organik parçası olmuş ama gizemli bakışlar satarak kazanın tipini anlamaya çalışan bizim ağzımızın içine bakıyor. Bizim kabuğumuz var, onun yok. Kabuğumuzun hacmince para kazanıyoruz, ağırlığınca olmamasına dua ediyoruz.

Bir sarsıntıda tuzla buz olacak kuru kabuklarımız. Allah gecinden versin diyoruz. Hayatı sarsmamaya yazgılıyız ama kendimize "devrimci" diyoruz.

Tek çare var, hep beraber hayatı sarsarak kabuklarımızı gönüllü olarak toz etmek. Belki bizden sonrakiler etli meyvelere dönüşür diye...


Share/Bookmark

13 Aralık 2005

"Entel" Şarlatanlık

Turan Bahadır Sanat Galerisi'ne gittik dün. Bir entel şarlatanın zırvalarıyla gözlerimizi kirlettik. Saç-sakal kombinasyonlarıyla "farklı"lığını betimlemeye çalışıyordu besbelli. Renk ve fırça vuruşu kirliliğini sergi diye gözlerimizin önüne sermiş, aptallığımızdan medet umuyordu.

Estetik ve sanat kuramlarıyla ilgili çok araştırma yapmamış olan ben, nereden geldiği belli olmayan bir cesaretle ve üstelik söylediklerine güvenerek tespitler yapıyorum.

Öğrenmeyi iki temel döneme ayırıyorum. İnsan yavrusunun kendi anlama alfabesini oluşturduğu ilk dönemde beyin olağanüstü verimli çalışıyor. Sonsuz ayrıntıya sahip olan ve üstelik en be an değişen evreni algılayabilmek için belli kavram şablonları oluşturuluyor. Bu şablonlar tamamen öznel. Yani insan yavrusunun tamamen kişisel deneyimlerinin sonucu. Bir insan için belli bir anlam ifade eden bir kavram başka bir insan için çok farklı bir anlam, dolayısıyla farklı bir şablon oluşturabiliyor. Bu anlam şablonları sonsuz ayrıntıya sahip evrendeki olgu ve süreçleri belli aynılıklara yuvarlıyor ve sonlu sayıda oluyor. Duyu organlarıyla edinilen algı, yorumlama, sınıflandırma ve belleğe aktarma sürecinde bu şablonlardan yararlanılıyor. Algılanan süreçlerin yorumlanması tamamen bu şablonlarla kıyasa dayanıyor.

Öğrenmenin ikinci döneminde bu şablonlara kıyasla yorumlanıp tasnif edilen olgu ve süreçler belleğe aktarılıyor. Zaman içinde oluşan birikime de tecrübe deniyor.

Şimdi gelelim sanat ve estetik boyutuna. Figüratif resim konusunu es geçiyorum. Entel şarlatanların "sanat"larına geliyorum. Kişisel şablonlar olan anlama alfabesindeki harfleri kullanarak resim yapmak düpedüz şarlatanlıktır. Hiç kimse aynı alfabeyi kullanmıyor çünkü. Bunun gerçekleşme olasılığı da sekiz tane bilardo topunun üst üste yarım saat durabilme olasılığı kadar. Kişisel aklın imgeleriyle topluma seslenmeye çabalamak (entel şarlatanımız böyle bir kaygım yoktur diyebilir elbette, bir daha sergi açmamaya söz vermek koşuluyla tabii) amaçsız bir ukalalıktan başka bir şey değil. Benim için sarmal formun uyandırdığı duygulanım başkası için farklıdır. Bu tamamen benim yaşamsal deneyimlerimle ilgilidir. Örneğin mekaniğe meraklı bir insan olarak küçükken gizlice söktüğüm duvar saatinin sarmal yayı beni büyüleyip heyecanlandırmışsa ileriki yaşlarda gördüğüm bir resimdeki sarmal formlar beni benzer heyecanlara gark edebilir. Ama başka biri çocukluğunda yüksek bir binanın dönen merdivenlerinin tepesinden aşağı baktığında gördüğü sarmal şekil yükseklik korkusundan başka bir şey hissettirmeyebilir. Bu durumda entel ukalamızın kişisel imgelerini doğru aktarma iddiası nasıl gerçek olabilir ki?

Sergideki entel zavallı izleyici bayanlar resimleri ne kadar doğru anlayıp ne kadar beğendiklerini anlatma yarışı içindeydiler ki, zavallılıklarını tarif edecek sözcük bulamıyorum. Çerçevelerin altında yer alan resim adlarının yönlendiriciliğinde hiç de paylaşmadıkları kişisel imgeleri kendi imgelerinin yerine koymaya çalışıyorlardı ki bu, zeka testi yapılan bir çocuğun kare şeklindeki boşluğa üçgen şekilli nesneyi yerleştirmeye çalışmasına benziyordu. Şekli zorladıkça başarısız oluyor, başarısız oldukça kendilerini aptal hissediyor, aptallıklarını gizlemeye çalıştıkça daha çok aptallaşıyorlardı. Tek çareleri vardı: resimleri beğendiğini söylemek. Entel şarlatanlığın nasıl olup da böylesine yaygın olarak sürebildiğinin yanıtı da bu işte.


Share/Bookmark

6 Aralık 2005

Kara Kara odalar

Nihayet kontrollere başladık. Kara kara, isle kaplı, kül yığını odaları inceledik. Isı makinalarını sınava çektik. Koca koca binaların mahremiyetini yok etmişiz gibi bir his kapladı içimi. Ölçüsüz zenginlik ve ölçüsüz fakirliğe şahit olmak biraz daha ülke topraklarına bastırıyor tabanlarımı, hatta biraz da gömüyor. Milyonların külçe gibi ağır yorgunluk bedellerinin lanetli hazlara dönüşmesini hayretle görüyorum. Terazinin topuzu çoktan kaçtı. Her şey alt üst olmaya hazırlanıyor. Bu dalga doğru kanala akmazsa yandığımızın resmidir.


Share/Bookmark

5 Aralık 2005

Ilık Günler

Hava ne güzel gidiyor... Geçen birkaç yılı hatırlıyorum da, bu tarihlerde soğuktan donuyordum. Annem telefonda küresel ısınmadan bahsetti. Kars da sıcakmış. Hava ısınıyor, kuzey kutuptaki buzullar çözülüyor, serseri mayın gibi okyanuslarda dolaşıyor, güneye iniyor, iklimleri etkiliyor. Hassas dengeler üzerine kurulu doğa işleyişi tehdit altında. Kyoto Sözleşmesi'ni imzalamayan Yankilere mi kızalım? Yankiler hala orada olduğu için kendimize mi kızalım?

LPG işim başladı nihayet. Tecrübesizliğimi nasıl aşacağım konusu beni kara kara düşündürüyor. Yarın sabah kazan kontrolleri de başlıyor. Basın toplantısı yapacağız Belediye'de. Kara, isli ve dumanlı bir kazanı andıran bu şehrin kara kazanlarını kontrol edip onay vereceğiz. Ne iş ama... Ben de "Ne iş olsa yaparım" konseptine gark oldum. Bir dönüşüm bu. Kontrollü olmak gerek. Baksana, güzel bir motosiklet edinme planları yapıyorum. Ne kadarı ihtiyaç, ne kadarı kışkırtılmış tüketicilik? İhtiyaç kısmı konusunda sağlam deliller var ama "güzel" olması kısmı biraz karışık.

3Dniz, hayalet gemiye döndü. Kendi kendine dolanıp duruyor. Ne gariptir ki her gün yeni üyeler kazanıyor. Artık üyeleri yeni girişimler konusunda haberdar edilecek bir veritabanı olarak görmeye başladım. 3Dniz'de denediğim Mambowiki bileşeni MediaWiki'nin ta kendisi. Kusursuz çalışıyor. Dostum Emin ve ben artık bir wiki girişimi, bir blog girişimi ve girişin-içerik eklemenin serbest olduğu, sadece haberlerden ibaret bir 3Dniz düşünüyoruz. Çok parlak görünüyor bu fikir.


Share/Bookmark

3 Aralık 2005

Nihayet biraz farklı bir gün

Kalorifer kontrolü için Oda'ya fotoğraf vermeye gittim. Murat'ı gördüm orada. "Hadi gidiyoruz" dedi. Tugay'a gittik. Denetlemeleri varmış. Isıtma sistemlerindeki yalıtım konusunda Murat'ın tolkşovvari sunumunu izledim. Tezkereden beridir görmediğim askeri bölgenin ilginç atmosferi etkileyiciydi. Her tarafın tertemiz olduğu, her şeyin kurallara bağlı olduğu bu devasa disiplin alanından etkilenmemek olanaksız. Kalorifer kazanları ve ısıtma sistemlerinden hiç anlamıyorum. Bir mühendis olarak rezil olmamak için çaktırmamaya çalıştım :) Artık kontrollere Murat'la gidip öğreneceğim.

Akşam Engin Günaydın'ın gösterisine gittik. Zeki olmamasını ana tema yaptığı bu gösteri ilginçti. İlk yarısında epey güldüm. Salon tamamen doluydu ve sanrım çoğunluk "verdikleri para" açısından kaygı içindeydi. Hayat ticaretse karlı bir iş değildi bu oyun onlar için.

Genel ve özel gariplikler oluyor. Komplo toerilerine fazla mı takıyorum kafamı?


Share/Bookmark