12 Şubat 2009

Işık İyi mi?

Aydınlık iyi bir şey mi? Karanlık iyi bir şey mi? Hangisi iyi, hangisi kötü? Bir dakika, acele etmeyelim. Sakin olalım ve düşünelim.
En sevdiğim film konularındandır; korkunç ve kaçılamazlığıyla ün yapmış bir hapishane, kaçmayı her şey pahasına kafasına koymuş başrol oyuncusu. Zekice planlar yapılır, her şey inceden inceye hesaplanır. Gecenin bir yarısı hapishanenin (ya da toplama kampının) o korkunç binasından çıkılır. Sıra tel örgüleri geçmeye gelmiştir. Nöbetçi kulelerindeki güçlü projektörlerin acımasızca taradığı bölge geçilip tel örgüler kesilecek ve o büyük rüyaya ilk adım atılacaktır. Projektörlerin tarama hızı, kaç saniyede tel örgülere koşulup kaç saniyede tellerin kesilmesi gerektiği ince ince hesaplanmştır. Kahramanımız duvar dibine sinip yay gibi gerilerek fırlama vaktini bekler. O an geldiğinde ok gibi fırlar tel örgülere. Tel makasını çıkarır ve kesmeye başlar. Derken bir aksillik olur. Zamanında bitirememiştir kesme işlemini. Projektörün kahredici ışığı o tarafa yönelmiş, durdurulamazcasına yaklaşmaktadır. Kahramanımız en uygun yere çekilmeye çalışır. Koca ışık halkası tam başının üstünden geçmektedir. Onunla birlikte nefesimizi tutarız. Işığın geçişiyle birlikte rahatlar, heyecanlı kaçışın devamını iple çekeriz.

* * *

Çoğu bar loş ışıklıdır. Zamane yaşamının yıpratıcılığı ve yoruculuğundan kaçanların sığınma isteği duyacağı şekilde tasarlanmıştır. Zamane insanı kendini sevmez. Hep bir başkasına benzemek üzere özendirilmiştir zira. Hiç bir zaman ona benzeyemez ama ömrü benzeme çabasıyla geçer gider. Kendisi olmaktan utanan insan güvensiz olur, kolay güdülür. Örnek haline getirilmiş tiplere benzeme çabası hiç bitmediği için piyasaya sürekli yeni örnek tipler sürülür ve sürüler halinde "kendi isteğiyle" biçimlendirilir. Kendisi olmaktan duyduğu utanç süreklileştirilmiş olan insanın beğenilmek için yapıp ettiklerinin çoğunun altında kendisini çirkin bulması yatar. Gün içinde güzel görünmek için yaptıklarının hiç biri aslında onun kendini çirkin bulduğu gerçeğini değiştirmez. Bu çirkinliği sadece kozmetik olarak algılamayalım; hâl hareket, davranış, birikim vs. de buna dahil. Çirkinliğini gizleyebileceği yerlere kaçmak ister. Barda ışık loştur; yüzü gözü, burnunun büyüklüğü, saçının seyrekliği, kulağının birinin kepçe oluşu, jest mimik beceriksizliği pek farkedilmemektedir. Ortam gürültülüdür; cırtlak sesi, tekdüze ses tonu, konuşmasındaki kararsızlık kamufle olmuştur. Orada kendini iyi hisseder. Günlük yaşamın o hiç sönmeyen acımasız projektörlerinden kaçıp buraya sığınmakla ne de iyi etmiştir. Alkol de işin içine girip psikolojik gerilimini hafifletince o yıkıcı acizlik duygusu hafifler, kendini güçlü ve güvenli hisseder birkaç saatliğine.

Işık hep cıvıl cıvıl bir bahar gününü aydınlatıp insanı yaşama çeken ışık mıdır? Işık hep iyi midir?

Yoksa şöyle mi demeli; İnsanın kontrol etmeyi öğrendiği her şeyi silah haline getirmeyi başardığından beri ışığı kimin, nereye, neden tuttuğu önemlidir artık. Yaşamımızın her alanını kuşatıp ne yaptığımızı görerek güç sağlayanları bundan mahrum edecek şey karanlık bölgelerse orada da olunmalı. Ama en karanlık bölge, projektörün arkasında, onu kontrol edenin bulunduğu bölgedir. Orada durarak kendini gizler. Karanlık ücralara kaçmaktan söz etmiyorum, kör edici ışık bombardımanından kurtulup o karanlık bölgeyi görmekten sözediyorum. Projektörün kontrolünü ele almaktan yani.


Share/Bookmark

0 yorum var: