2 Haziran 2010

2010 Kültür Mantarı

Hiç uyumayan şehir. Damarlarında tam temizlenememiş kan son hızla dolaşıyor. Derin nefes alamayan şehir. Ciğerlerin müsaade etmiyor, en ücra bronşuna kadar parselli. Gözlerin kan çanağı; uyunamamış bir binyılın yorgunluğu çöreklenmiş akına.

Sokaklarında en derin, en sarsıcı tragedyaların yüz yıl kapalı gişe oynadığı şehir. Nasıl dayanıyorsun buna? Her gün tohumları atılan felaketlerin gözlerinin önünde serpilip boy atmasına kayıtsız kalabilmek nasıl bir olgunluk ya da erdeme işaret ediyor? Sokaklarında karıncalardan pek de farksızca koşuşturan bizler senin gözünde neyiz?

Parmağını oynatacak mecalin var mı? Bir işaret ver, bir şey ima et. Senden umutlananlar bulutların üzerine betonarme binalar inşa edeli yıllar oluyor. O binalar nice başka umuda ev sahipliği yapıyor artık. Çürüyen pis işhanlarında teknolojinin son ürünlerinin satılıyor olması gibi, bir şeyler almış yürümüş ama, altı kahredici şekilde boş. Bunu itiraf ederse hayalleri ve yaşamları poff diye çökecek milyonları bağrında barındırmak nasıl bir duygu?

Gördüklerini algılarken filtreleyebilme yeteneği geliştirmeyenleri allak bullak eden cüzzamlı bir eski zaman güzelisin sen. Sararmış fotoğraflarını ortaya saçıp tükenmiş bugününü unutturmaya çalışan yalnız ihtiyarlar gibisin. Devinmeye mecal bulamadığın bu yatakta sağına soluna açılmış yaralardaki beyaz kurtçuklar gibi kıpır kıpır oluşumuz seni yanıltmasın, günü kurtarıyoruz yalnızca...


Share/Bookmark

0 yorum var: