24 Aralık 2009

Egosantrizm

Bazı insanlar vardır, gelmiş geçmiş tüm evren kuramlarına meydan okurlar; tüm galaksilerin, tüm yıldız, gezegen, asteroid ve kozmik partiküllerin kendi etraflarında döndüğü varsayımı, hatta varsayım ne ki, kabulü ile yaşarlar. Big-bang onların içinde cereyan etmiş ve evren kendilerinden türemiştir. Evrenin merkezi olursun da, her şeydeki gizli öznenin, amacın sen olduğuna inanmaz mısın? Hem de nasıl.

Hiç böyle bir insan olmadım. Çocukluğumda Erich von Daniken okumaktan olacak; uzaydan geldiğime ve içimde metalden bir iskelet olduğuna inandığım bir kesit var, itiraf ediyorum. Ama yaşadıkça acı gerçeği gördüm. Etten, kemikten, mukozadan ve gayet sıradan bir insandım. Truman Show misali, ki o film ortaya çıkmadan uzun yıllar önceydi, acep tüm bunlar bir oyun mu dediğim de olmuştur. Ama o kadar. Egosantrizmin gayet aptalca ve küçültücü bir şey olduğunu iliklerime kadar hissederek yaşıyorum şimdi.

Lafı nereye mi getireceğim? Biraz sabredin. Bazı tipler var, sürekli her şeyden şikâyetçi olur, beğenmez, iç yüzüne bakmaz, evrenin merkezi olan kendisine gösterilmesi gereken asgari saygı, hürmet ve tapınmayı görememekten demoralize olurlar. Akşama kadar yakıcı güneş altında milyonlarca kalori yakarak çalışmış bir inşaat demircisinin eve dönüş yolunda ter kokusu yaymasının, üstelik ter kokusu taşıyan molekülleri kendi kutsanmış burnuna ulaştırmasının ne kadar kötü, çirkin, hayvanca olduğundan bahsederler. Öyle ya, henüz temeli yapılmakta olan inşaatın buharlı duş kabinleri, jakuzileri, duş köpükleri ve plastik ördekleri mevcuttur ama alt seviye insan olan işçi "bana ne, ben ter kokusu yayıp insanlara pislik yapmak istiyorum" demektedir. Üstelik işçinin duş yapabilme olanakları yüce insanımızı enterese etmemektedir. Duş yoksa evine tünel kazıp gitmelidir. O kadar kazma kürek ne duruyordur...

Daha nice şey sayabilirim. Dilencilerin yarattığı "çirkin" görüntü, sokak çocuklarının kent dokusunu "bozması", seyyar satıcıların ses kirliliği yaratması gibi.

"Dün sokak köpeklerinden dert yanıyordun, bugün aziz kesilmişsin" diyebilirsiniz. Ama bi dakika, izah edeyim. O köpeklerin kendilerini besleyen mahalleli ve esnafa minnet borcu olarak geceleri mahalleye bekçilik etmeye çalıştıklarını çok iyi biliyorum. Güdüsel de olsa, böyle. Yapmaya çalıştığım, şartlandırarak köpeklerin bekçilik psikolojisinden çıkmasını sağlamak. On günde epey ilerleme de elde ettim.

Şimdi asıl konuya gelelim; Denizli'nin vaziyeti. Aylardır bir çalışma var; "Yüzyılın Dev Altyapı Hamlesi". Şehirdeki tüm kanalizasyon ve su tesisatı yenileniyor. Bu da demektir ki, tüm sokaklar kazılacak, eskisi çıkarılıp yenisi döşenecek. Yarıya yakını yapıldı. Zor bir iş. Hem yapanlar, hem de halk için. Bir kalkıyorsun, evin önünde su dolu bir hendek. Karşıya atlamak için akrobasi yapıyorsun. Asfalt ve beton yol kalmadı sayılır. Ana caddeler de olmak üzere tüm yollar toprak artık. Yağmur ve sık sık patlayan su tesisatı bu yolları çamur yollar haline getiriyor. Uzatmayayım... Bana ne, yenilensin ama benim yaşam konforumu etkilemesin denebilir mi? Denemez. Amaaaa. Bir sınır var.

İşe giderken, bisikletle şehir içinde tam bir dağ bisikleti parkuru katediyorum. Taşların üzerinden atlıyorum, hendekler, geçiyorum, çamurda ilerliyorum. Bu parkur üzerindeki bazı yollar beşinci kez kazılıyor. Tüm anlayış ve empatiyi gösterdik diyelim. Kazıldı, kapatıldı. Boru çapı yetersiz kaldı, bir daha kazıldı, bir daha kapatıldı. Kalan üç kazı neden? Bir hafriyat aracının saatlik ücretinin dudak uçuklatıcılığı ışığında düşünüyorum. Neden? Altı aydır aynı yol neden sürekli kazılıp kapatılır? Yaşam konforumuzun canı cehenneme, ama bizi sürü yerine koymayın.


Share/Bookmark

0 yorum var: